Ne yapayım ki ben şimdi?
Canlılar doğada yaşıyor. E her canlı da kendi doğası gereği kendine özgü davranışlar sergiliyor. Bu davranışlar aynı tür içinde bile farklılık gösterebiliyor. İnsan olarak aynı tür olsalar da Ali ile Ahmet’in kendilerine özgü olan farklı davranış sergilemeleri gayet aşikar.
Baba olay öyle bir şey ki, farklıyım ya. Kendime özgüyüm. Tipi karikatür gibi olan insanlar var ya, onlar farklı olur biraz; tipim haricinde yaşamım öyle benim işte. Karakterim öyle. Değiştiremeyiz ki değil mi? Herkes kalkıp da “takma be oğluuum” diyor bana. Ulan benim olayım bu. Takıyorum. Sayıyorum, görüyorum, fil gibi hafızayla hatırlıyorum, unutmuyorum, soruyorum, sorguluyorum, merak ediyorum, araştırıyorum. Özünde ise içimi rahatlatıyorum. Ben böyleyim. Ne kendimi sorgularım lan niye böyle yapıyorum? diye, ne de başkasına düşer bu.
Dedim ya, özüm bu. Biri benim ilgi alanımdaysa, ceza sahama girdi ise Allaaahhh… İniğini, inciğini bilirim artık ben onun. Kısmen araştırırım, ama genellikle -dikkatimi çeken biri olduğu için- direkt olarak hafızama kazanır her şey kendiliğinden.
Her gün girip bakarım, okurum ne yazmış ne çizmiş diye. Kimle ne konuşmuş, neleri görmüş diye. Canı sıkkın mı, neşeli mi diye. Ama görüyorum işte ya, görüyorum. Bana yazmıyorsun ama görüyorum bir şeyler yaptığını. İnce bir perde oluyor aramızda ama o perdenin arkasındasın ve sen bir şeyler yaptıkça o perde rüzgârınla hareket ediyor, görüyorum işte. Demiştim ya ben umursamamayı beceremiyorum diye, ben yapamıyorum diye bu yazımda; hah işte dayı bundan dolayı o perdenin oynadığını görmek çok fena dokunuyor bana. Yani ben mesaj atıyorum telefona. Ama sen telefonla o kadar iş yapıp da o mesajı görmüyorsun ya -deyim yerindeyse- beni itin bi’ tarafına sokup sokup çıkartıyorsun. Zor ya zor. Görmemek zor. Görür unutursun, bu normal. Ama sonradan dersin niye yazmadı bu bana? diye. Açar bakarsın ki sen yazmayı unutmuşsun. Benim başıma çok geldi, eyvallah derim. Ama öbür türlü ıı-ıh olmuyor…