Büyük adamın küçük dünyası

Kimileri “erkekler geç olgunlaşır” der, kimileri her zaman çocuk ruhlu olduğunu söyler. Ben belki, hatta eminim ki, bazı konularda geç olgunlaştım mesela. Üstüne üstlük çocuk ruhum da hala içimde epey kımıl kımıl yaşıyor. Ama insan dediğimiz varlık da zaten yaşadığı müddetçe büyüyen ve gelişen bir olgu değil midir? İster düşe kalka, ister göre duya. Bunun yöntemi ne kabiliyetle açıklanabilir ne de yöntemler için nesnel bir yargıya varılabilir. Neticede herkesin hayatı, bedeni, zihni, kalbi kendine. Önemli olan bence var olanı kabul edebilmek. Kendini tüm kusurlarıyla kabul edebilirken insan, hatta kendi yanlışlarına dahi sımsıkı sarılabilirken, neden bir başkasında gördüğü bazı şeyleri kusur addedip sırtını döner? Kapılar neden benliğimiz dışına bu kadar kolay kapanır? Bu konu, Küçük Prens’in yetişkinleri anlayamadığı gibi benim de asla anlayamadığım bir konu olarak kaldı öyle.

Neredeyse birçoğunuzun çocuk yaşlarında hayatında önemli bir yer edinmiş olan Küçük Prens’i, ben daha geçtiğimiz hafta 29 yaşında bir adam olarak okudum. Buna paralel sayılabilecek şekilde de bazı şeyleri yeni yeni öğreniyorum, gelişiyorum ve en nihayetinde değişiyorum. Belki 1 yılı aşkın süredir kitaplığımda dururken birden okumak istedim. Vardı herhalde bir sebebi bu zamanlamanın, bilemem. Bildiğim tek şey, Küçük Prens gibi yaşadığım kavram karmaşası.

Küçük Prens’in hayal kırıklıkları, aslında yaşadığı bir dizi karmaşalar. Ne beklerken ne buldu. Çiçeğini çok seviyordu ama çiçeği sanki nemruttu ona. Sanki değil, direkt nemruttu. Hatırlar mısınız Küçük Prens’in vedası sırasındaki çiçeğinin ona söylediklerini?

“Elbette, seviyorum seni. Benim yüzümden bunu bile anlayamadın. Ama artık hiçbir önemi yok. Tabii, sen de benim kadar aptallık ettin. Artık mutlu olmaya bak… Şu fanusu da bırak elinden. İstemiyorum onu.”

Hayatımızdaki insanlar da böyle olabiliyor. Nankörlük diye nitelendiremem bunu, ancak duygu durumunun değişimi de bu kadar keskin olmamalı. Sadece çiçek mi? Tanıştığı tüm diğer gezegen sahipleri yetişkinler de böyle. Hayatımızın her alanındalar aslında. Biri belki patronumuz, belki ebeveynimiz, belki en yakın arkadaşımız, belki hayatımızın ortasına koyduğumuz/koyacağımız kişiler…

“Sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin” dedi tilki.

Bir alıntıyla daha devam etmek istiyorum. Sanırım biraz yazının girişinden koptum ancak kendimden yola çıkarak kitapta bulduğum benlik meselelere değinmeyi düşünüyordum. Her zamanki gibi, kelimeler akacak ve yazıyı bulacak. Bu alıntıdaki evcilleştirmeyi ben aslında duygusal ilişkiye benzetiyorum. Evcilleştirmek değil de birini evin gibi hissedersin ya. İçinde huzur bulursun, konfor alanın onun yanı oluverir. Onu anlamanın en önemli noktası da buradan geçer bence.

Bana söylenmiş bir şey geldi aklıma bunları yazdıktan sonra. Zamanında hayatımda büyük ve güzel bir yer edinmiş birinin söylediği birkaç cümle;
“Uzun zamandır kendimi derinlemesine birine açmamıştım. Uzun zamandan sonra ilk defa böyle bir şey yapıyorum. O yüzden sana hak ettiğin zamanı vermem gerektiğini düşündüğüm için, normalde sevmediğim bu denli bir sık iletişim kuruyorum.”

İnsan evini kolayca terk edebilir mi? Ne zorluklar, zorbalıklar yaşasa bile anılara yenik düşer içi. Hiçbir sorun olmadan dahi evden ayrılmak güç gelir hatta. Kendi gitse de aklı kalır bi’ şekilde geride. Anı biriktirmek kolay mı da onlardan vazgeçmek çabuk olsun. Anılar, fedakarlıklar, hatıralar, yaşanmışlık kokan her şey aslında sebep olduğu kadar, gitmelere engeldir de. İnsanı hep düşündürür; “evimden gitmeme değecek kadar ne sebep olabilir ki elimde” diye…

İnsan gerçekten bazen kendisini uçsuz bucaksız bir çöldeymiş gibi hissedebiliyor. Üstelik yalnızlık hissi de ekleniyor bazen buna. Bende de oluyor bu, oradan biliyorum. Ama artık böyle hissettiğim zaman aklıma gelecek bir söz var;

“Çölü güzel yapan, bir yerlerde bir kuyuyu gizliyor olmasıdır.”

Bu çölde yürümek meziyet olmadı hiçbir zaman bana. O kuyuyu aramaya devam etmek diri tutuyor beni. Ben gezegenime sarılmış, güzelliğin peşinden gitmemiş olsaydım belki de o karşılaştığı kötü karakterdeki yetişkinler gibi olacaktım. Ancak ben her zaman çocuk ruhumla gezintiye çıkmayı yeğledim. Bu yolda da her daim çok şey öğrendim. Böyle böyle büyütüyorum içimdeki çocuğu da. Ve belki böylelikle bulacağım o çölün sakladığı kuyuyu. Ancak o kuyu, kendisini kuyu olarak görüyor mu? İşte tüm mesele bu…

P.s: İçimizdeki kuyuları keşfetmek dileğimle…