Etiket: kadın

Beklemek güzeldir; ama doğru durakta…

beklemek-ismail-abiHayatta karşımıza çıkan fırsatlar ya da ilk adımlar, bazen yerli yersiz ve çok zamansız çıkabiliyorlar. Hele bazıları öyle anlar ki, canını alsalar yine de olmaz işte. Vardır sebebi. Bekleyeyim dersin. Beklemeye değerse o beklediğin günler haftalar hatta aylar bile vız gelir sana. Tabi bi’ yere kadar. Peki işin sonu nereye varacak?

Günümüz popüleritesinin ağa babalarından İsmail ağbi bile her gün bekliyor. Niye? O kadar kadri kıymeti olan biriyse demek ki… Babası değil mi? Ona söz vermiş. Geleceğim, demiş. Beklemesini söylemiş. Kadri kıymeti bu denli büyük olan, gönlünün baş köşesinde kabul ettiğin bir insan sana bekle derse, bekle demese de sana ufukta bir yeşil ışık yaksa beklemez miydin? Değmez mi onun için sadece beklemek? Senden bir şey eksilmeyecek neticede. Aksine her gün hiddetleneceksin. O’nun özlemiyle yanıp kavrulacaksın. Tabi o gelirse…

Hayatta neler kaçırıyoruz?

joshua-bell-metroda-kemanSabah yataktan kalkar kalkmaz oturdum bilgisayarın başına. Öncesinde ayılana kadar telefondan baktım bir sosyal medyaya, ne var ne yok diye. Facebook anasayfamda gezinirken liseden çok değerli bir hocamın paylaşımını gördüm ve okumaya başladım. Hatırladığım kadarıyla daha önce de okumuştum, ancak anlatılan olayın üzerinden 2-3 yıl geçtiği için unutmam olağan. Okuduktan sonra bu olaydan yola çıkarak bir şeyler karalarım belki dedim ve başladım tırmalamaya klavyeyi. Açtım müziğimi de, mis…

Yazıda anlatılan olayı kısaca özetleyeyim. Bizim Şehreküstü istasyonu gibi yoğunluktan ölen bir istasyon olan Washington DC istasyonunda yanda fotoğrafını gördüğünüz arkadaş kemanla 45 dakika boyunca 6 farklı Bach eseri çalmış. Eserler de oldukça çetin ceviz türden. Binlerce insan işe yetişme telaşından dolayı önünde durup dinlememiş bu adamı. Ara ara duranlar olmuş ki onlar da 3’er dakika ancak durabilmişler. Bazı çocuklar annelerine aldırış etmeden dinlemek istemişler, ancak annelerinin iş güç telaşına onlar da kapılmış olacak ki çekiştirmelere maruz kaldıktan sonra oradan ayrılmak zorunda kalmışlar. Bu süre zarfında toplam olarak 6 kişi çok kısa süre durarak, 20 kişi ise hiç durmadan yoluna devam ederek adama bahşiş vermişler. O günün hasılatı 23 dolar olmuş. Çalmayı bitirdiğinde her yeri sessizlik kaplamış ve kimse bitirdiğini anlamamış. Alkış da yokmuş üstelik. E ne var bunda? diyeceksiniz. Gelin devam edelim ön yargılarımızı kaldırarak.

Her şey yalan, bir tek sen gerçek…

yalanHer şey yalan anasını satayım ya… Evet evet, her şey. Yeri geldi mi sevgi bile… Bu sevgiyi sadece gönül ortaklığı ya da aşk olarak düşünmeyin. İnsan canım dediği kişinin bile ağzına şuursuzca sıçabiliyor. Hem de hissetmeden ve zorlanmadan… Ağır geliyor değil mi? Yapamaz diyorsunuz, gönlü el vermez onun diye düşünüyorsunuz. Yok kardeşim öyle değil işte. Ben tescilledim. 10 gün tuvalete çıkamayan biri gibi çok da iyi sıçıyor.

En kötüsü de her şeyden sonra olayı yavana atmak, atmaya çalışmak. Sıçıp üzerine tüy dikmek yani anlayacağın. Kolay mı peki? Kolay mı sanıyorsun? Her şey ‘sen’ mi? Senin etrafında dönmüyor bu dünya arkadaş! Hepimiz bu dünyada bir kuluz. Senin beni, bizi incitmeye hakkın yok! Bu bünyeyi yaralamaya hakkın yok! Belki kendim kaşındım, sana fazla alıştım. Belki ben geldim sana. Açtım tüm kapılarımı, tüm kalbimi. Can-ı gönülden sevdim seni. Ama böyle olması bu hakkı mı verir sana? Sende de kalp var. O da çalışıyor, işe yarıyor. Kullandın mı? Allah o kalbi sana hisset diye verdi. Sev diye verdi. 

Ne yapayım ki ben şimdi?

what the fuck?Canlılar doğada yaşıyor. E her canlı da kendi doğası gereği kendine özgü davranışlar sergiliyor. Bu davranışlar aynı tür içinde bile farklılık gösterebiliyor. İnsan olarak aynı tür olsalar da Ali ile Ahmet’in kendilerine özgü olan farklı davranış sergilemeleri gayet aşikar.

Baba olay öyle bir şey ki, farklıyım ya. Kendime özgüyüm. Tipi karikatür gibi olan insanlar var ya, onlar farklı olur biraz; tipim haricinde yaşamım öyle benim işte. Karakterim öyle. Değiştiremeyiz ki değil mi? Herkes kalkıp da “takma be oğluuum” diyor bana. Ulan benim olayım bu. Takıyorum. Sayıyorum, görüyorum, fil gibi hafızayla hatırlıyorum, unutmuyorum, soruyorum, sorguluyorum, merak ediyorum, araştırıyorum. Özünde ise içimi rahatlatıyorum. Ben böyleyim. Ne kendimi sorgularım lan niye böyle yapıyorum? diye, ne de başkasına düşer bu.

Umursamazlık mı? HAH!

riza-kocaoglu-kaybedenler-kulubuİnsan oğlu öyle garip bir yapıya sahip ki… En basitinden ben, her an kendime şaşırıyorum. Beynen ve kalben kendime hükmetmem gerekir değil mi? Bazen bunu yapamıyorum. Kalbimden geçen ve aklımın, mantığımın doğru dediği şeyleri yapmıyorum. Neremle kontrol ediyorum kendimi, kaderimi? İnanın hiç bilmiyorum. Sadece o an nasıl yaşamak geliyorsa içimden öyle yaşamaya çalışıyorum.

Kimi zaman gurur yapıp ağır davranmaya kalkıyorum ya… İşte o zaman en komik olaylar oluyor. Oğlum ben yapamıyorum lan öyle şeyler. Fazla gurur göte vurur bende. Korkarım ağbi bir şey olacak diye. Ters teper belki, olmadık karşılık gelir falan diye korkarım, çekinirim. Karşımdaki insanın nabzına göre şerbet veririm hep. Alttan almaya alışık bir yapım var n’aparsın…

Ne Biliyoruz Lan Biz?

düsünceOturdum balkonuma, sahura kadar ‘ramazan hangover‘ı yapayım dedim. Ne olacak canım, çekirdek kola falan. Kolası eksikti bu akşam, ben de Bursa manzarasına nazır balkonumda mis gibi Uludağ havasıyla takılayım dedim. Keyif sürerken bir yandan da güzel müzikler dinliyorum. Sonra aklıma blog geldi. Böyle ortamda insanın yazası gelir, ben niye yazmıyorum lan? diye düşündüm kendi kendime. Tabi, hemen aklımıza böyle efkarlı ya da hüzün, sevgi, aşk yüklü şarkının eşlik edişiyle ipe boncuk dizer gibi kelimelerin satıra dizileceği geliyor değil mi? Thrift Shop dinleyip çekirdek çitleyerek yazıyorum buraya işte. Her şey tamamdı, bir sendin noksan dedim birden. Ne yazıcaktım lan ben? Düşündüm, düşündüm bir şey bulamadım. Sonra dedim ki “ne biliyoruz lan biz?“…