joshua-bell-metroda-kemanSabah yataktan kalkar kalkmaz oturdum bilgisayarın başına. Öncesinde ayılana kadar telefondan baktım bir sosyal medyaya, ne var ne yok diye. Facebook anasayfamda gezinirken liseden çok değerli bir hocamın paylaşımını gördüm ve okumaya başladım. Hatırladığım kadarıyla daha önce de okumuştum, ancak anlatılan olayın üzerinden 2-3 yıl geçtiği için unutmam olağan. Okuduktan sonra bu olaydan yola çıkarak bir şeyler karalarım belki dedim ve başladım tırmalamaya klavyeyi. Açtım müziğimi de, mis…

Yazıda anlatılan olayı kısaca özetleyeyim. Bizim Şehreküstü istasyonu gibi yoğunluktan ölen bir istasyon olan Washington DC istasyonunda yanda fotoğrafını gördüğünüz arkadaş kemanla 45 dakika boyunca 6 farklı Bach eseri çalmış. Eserler de oldukça çetin ceviz türden. Binlerce insan işe yetişme telaşından dolayı önünde durup dinlememiş bu adamı. Ara ara duranlar olmuş ki onlar da 3’er dakika ancak durabilmişler. Bazı çocuklar annelerine aldırış etmeden dinlemek istemişler, ancak annelerinin iş güç telaşına onlar da kapılmış olacak ki çekiştirmelere maruz kaldıktan sonra oradan ayrılmak zorunda kalmışlar. Bu süre zarfında toplam olarak 6 kişi çok kısa süre durarak, 20 kişi ise hiç durmadan yoluna devam ederek adama bahşiş vermişler. O günün hasılatı 23 dolar olmuş. Çalmayı bitirdiğinde her yeri sessizlik kaplamış ve kimse bitirdiğini anlamamış. Alkış da yokmuş üstelik. E ne var bunda? diyeceksiniz. Gelin devam edelim ön yargılarımızı kaldırarak.

Metroda keman çalan kişinin dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu, elindeki kemanın 3,5 milyon $’lık bir keman olduğunu ve metroda çaldığı parçaların yazılmış en karmaşık eserler olduğunu kimse bilmiyordu. Üstüne üstlük, metrodaki bu mini konserden birkaç gün önce Boston’da verdiği konserin bilet fiyatları ortalama 100 $’dan satılmış.

Washington Post gazetesinin yaptığı bu sosyal deneyde sorgulanan şeyler;

  • Sıradan bir yerde ve uygunsuz saatte güzelliği algılayabiliyor muyuz?
  • Durup ondan keyif alabiliyor muyuz?
  • Beklenmedik bir ortamda bir yeteneği tanıyabiliyor muyuz?

Deneyin sonucu olarak da şu söz yerini bulur bence; “Dünyanın en iyi müzisyeni, dünyadaki en iyi müzikleri çalarken önünde durup dinleyecek 3 dakikamız dahi yoksa bu hayatta başka neleri kaçırıyoruz acaba?”

Bu sosyal deneyi hayatımızla da bağdaştırabiliriz. Karşımıza bir anda çıkan kişileri ya da fırsatları ne denli dikkate alıyoruz? Acaba o kişi veya o fırsat bizi büyük bir viraja sokarak hayatımızı değiştirebilir miydi? Önceliklerimizi neye göre belirliyoruz? İşe geç kalmak mı daha iyi olurdu bizim için, yoksa belki de ayağımıza kadar gelmiş olan hayatımızın fırsatı ya da kişisi mi?

Bekleyin, fırsat verin ve tanıyın. “Bu yemeği sevmiyorum ben ya..” dediğimizde “Yedin mi?” sorusuna maruz kalıyoruz hepimiz. Genelde ben de yemeden karar veriyorum ama önce bir tatmak da gerek… Karşınıza biri çıktığında ilk paragrafta da dediğim gibi, ön yargılarınızı bırakarak yürüyün ona. Belki o an yaşadığınız düşünce yoğunluğundan dolayı, onun sizin için yaratıldığının farkına varamayacaksınız. O yüzden önce kemancıya yapıldığı gibi, en az 3 dakika bekleyin. Biraz dinleyin ve sonra bahşişini verin.

P.s: Hayat fırsatlardan ibaret. Sizin ayağınıza gelen fırsat o gelen kişi için belki de son fırsattır. Bekleyin, fırsat verin ve tanıyın.