deli-sorularBu yazı sanırım yazdığım en uzun yazı olacak. Aycan gibi ben de uzun döşeyeceğim satırları bu gece. Hatta ona tavsiye ettiğim Radyo Fenomen’in Fenomen Clubbin’ podcastlerinden 10 Ağustos gecesine ait olan kaydı dinleyerek yazacağım. Leyla ile Mecnun’da da dendiği gibi, olaylar olaylaaarrr

Bugün gayet iyi bir gündü benim için. Hayatımda arkadaş, dost olarak en üst rütbede sevdiğim insanların sayısı 2 elimin parmakları etmiyor. Onlardan 4 tanesiyle koca bir gün geçirdim. Onlar sayesinde iyi oldu zaten.

Nurbanu’nun doğum gününü bayram dolayısıyla rötarlı kutladık. Seda biz 3 erkeği yine çıldırttı. Pasta dilimi Onur’a az kesilmiş olarak geldi. Mert’in fotoğraf makinesinin şarjı dayanamamıştı falan. Kutlamadan sonra hep beraber FSM Bulvar’ına geçtik. Nurbanu’nun doktor işini beklerken McDonalds’ta dondurma yeyip makara yaptık biraz. Seda da iyi tırstı ha. 🙂 Oradan Nurbanu’ların eve geçtik, güzel bir makarna ve çiğ köfte ziyafeti yaptıktan sonra koyu sohbetle devam ettik gırla muhabbet olan geceye.

Konu her zamanki gibi kalp kırıklıkları, aşk, sevgili olaylarına geldi. Aramızda tek rahat marka olan Seda. Başı bağlı, keyfe keder yaşıyor hayatını. Biz öyle değiliz. Hepimizde ayrı dert. Ben de 1-1,5 aydır bir dertten muzdaribim. Seda ve Nurbanu dinlemekten bıktı artık ama n’apayım, orada -yazar burada kalbini gösteriyor- olduktan sonra çıkmıyor işte akıldan. İnsan vazgeçemiyor. Unutmaya çalışırsa da kendisi karşısında duruyor bi’ kere arkadaşım sen n’apıyorsun LAN! diyerek.

Aslında günüm o kadar da iyi değildi. Dışarıdan iyiydi de… Geceden kalma bir problemim vardı. O’nunlaydı. Damarım bazen çok kabarıyor ve basıldığında acayip zorluyorum kendimi.

Mutsuzdu önceki gün. Ağlıyordu. Neden ağladığını üstü kapalı olarak yüzeysel şekilde biliyordum. Tamam kabul, genel olarak çok sorgulayan biriyim ama bunu bilmemde bi’ sakınca yoktu. Aksine ona yardımım bile dokunabilirdi. Söylemesi de zor bir şey değil yani. Amuda kalkılması istense bu cüsseme rağmen ben kalkardım. Anlatmak yanında hafif kalır yani. Anlatmadı. Ben de ya anlat ya da hiç konuşmayacağım restini çektim. Uyumasına müsaade ettim, yarın kalkınca anlatır nasıl olsa dedim. Anlatmadı hatun. Kendimi 1 aydır biçare görüyordum. Yerde sürünen, paçavra gibi dolaşan biri olarak. Silkelenip kendime geleyim dedim. Laf ağızdan bir kere çıkar. Konuşmayalım bakalım…

Sabah uyanıp tekrar uyumalı 2 uyku arası yaşadığı için 2 kere günaydın mesajı attı. İlkini almıştım, paşa kahvaltımdan sonra ikincisini de aldım. O sırada da müşterime afiş tasarımını yetiştirmeye çalışıyorum. Çalıştığım mekan da Bursa’nın isim yapmış en büyük mekanlarından biri. Neyse, bir  hışımla hazırlanıp doğum günü şeysine yetişeyim diye de uğraşıyorum. Ama yazmamak hala aklımda. Kafaya koydum işte.

Öğlen oldu bir mesaj daha geldi. Bu saate kadar uyudum sanmış sanırım, sen hala uyuyor musun? dedi. Benden tık yok. Arkadaşlarla buluştuk, 3 kafadar adam sohbete daldık kızların gelmesine 1,5 saat var diye konuşuyoruz öyle. O sıra bir mesaj daha. Sessizliğe anlam verememiş olacak ki 7 tane soru işareti -?- göndermiş yan yana. Ben hala frenliyorum kendimi.

36 dakika sonra bir mesaj daha. Bugün için olan mevcut planında değişiklik olduğunu ve kendini iyi hissetmediğini söylüyordu. Umrumdaydı elbette. Neden ağrısı olduğunu merak da ediyordum. Ama kendime olan öz saygımı yitirmeden paçavra olma düşüncesinden sıyrılmam lazımdı ve yine cevap yazmadım. Canını yediğim hala bana neler yaptığını anlatıyordu. Hiç konuşmadığı günlerin aksine -çok değil, birkaç gün önce sona eren 5-6 günlük bir periyottan bahsediyorum- bugün kendi konuşuyordu, cevap almasa da. Beni de umursuyordu. Ölecek miydim lan yoksa ben?

Gündüz bana mesaj attığı sıra, evdeyken tweet atmıştım. Profilime girip bakmış olmalı ki -şaşırtıcı- görmüş ve tweet atana kadar bana cevap verseydin iyi olurdu dedi bana. Bilmiyordu ki içimdeki olayı. Nerdesin, ne yapıyorsun bilgi verseydin en azından da demiş. Tatlı şapşal seni! Ama devamında klişe boktan laf geliyor, sıkı durun: neyse.. 

Kendisine dayak atan mafya babalarına yalvarırlar ya, bokunu yiyeyim ağbi dövmeyin beni, ödeyeceğim borcumu… diye. Kızlar, bokunuzu yiyelim ama bize böyle peki, neyse, ok, hmm, 🙂 gibi keskin cevaplar vermeyin anasını satayım ya!

Benden yine ses yok. Nurbanu’ların eve geldik, yemek yapıyoruz -tabi ki makarna ne olacak, öğrenciyiz lan biz- ve O’ndan mesaj… Hatun resti çekmiş ve ben içe doğru sıçmaya başlamıştım. O zaman öğrendim nasıl yapılıyor diye. Benimle konuşmamayı göze almış. Halbuki ben biliyorum, bu davranışım 24 saati geçerse çüküm düşerdi. Yapamam aga. Diyorum ya, orada -yazar yine kalbini gösterir- olduğu sürece cennette bile tüm hurileri ona değişirdim.

Konuşmama sebebimin dün gece ona söylediğim şey olduğunu yazdım ve çıkardığı sonuç hiç konuşmayacak olmamdı. O da buna tamam dedi üstelik. Tam da sıçtın mavisi olan bir durum. Doğruları da söylesen fayda etmez. Hevesim kırıldıysa bitmiştir diyor. Ulan ben 1-1,5 aydır sürünüyorum. Peşindeyim, seviyorum seni. Ne geliyorsa elimden yaptım. Ama sen bir gün bana olacak, hissediyorum derken ertesi gün ağzıma sıçıp sıvazlıyordun. Bunlar olurken benim hevesim kırıldı mı? Seviyordum işte…

İnsan halidir dedim, belki geçer diye düşündüm. Görüşmek istedim. En iyisi yüz yüze görüşmek olacaktı. Artık son demlerini yaşıyorsak da bir kez daha olsa görmek isterdim hem. Son kez rüzgarın savurduğu saçlarını düzeltmek, son kez bana bakamayıp gözlerini kaçırışını görmek, falan filan işte. Duygulandırma gözlerim buğulanıyor monitörü göremiyorum!

Beni merak ettiğini de söyledi ama ne gereği var diye de ekliyordu. Var ağzına yandığım var! Sen WARsan her şey bana WAR! -war: savaş- Ama faka bastım gibiydi. Geçen gün ağlarken onu güldürdüğüm için hayatında olduğuma şükrettiğini yazan bir tweet atmıştı sabah. Mention da değil, bildiğin ucu açık tweet. O tweet bile aklında şüpheye düşmüş bu gün. Hak etmiyormuşum sanırım öyle bir şeyi. Yani en azından o öyle düşünüyor şuan.

Her şey oldu bitti, eve döndüm. Telefonum daha oradayken kapanmıştı. #direnşarj… Telefonu şarja taktım, laptopun başına oturdum ve telefon çalmaya başladı. Açtım, 3 saniye ses yok ve kapandı. 2 defa başıma gelen, arkadaşını ararken yanlışlıkla arama durumudur deyip üstelemedim. Bir daha aradı. Açtığımda eski bir “O” vardı telefonun diğer ucunda…

Sesini yıllardır duymuyordum. 2 yıl olsa da yıllar yani. Garipti. O an hissettiğim şeyler çok farklıydı. Üstelik henüz 3 saat olmuştu ondan bahsedeli. Aşk meşk konuşurken insanın vazgeçemediğini söylüyordum. Terk edildikten 8 ay sonra bile yıl dönümü günü ona hediye hazırladığımı hatırlatarak söylüyordum. Yaptığım o kadar şeye Seda ve Nurbanu yakından şahitti çünkü. Değil 3 saat sonra, ömrünün sonuna kadar O seni arayacak deseler inanmazdım asla ve asla. Oldu işte…

Bursa’da akrabasına gelmişler. 2 yıl önce gelecekti ve ben onu her gün görebilecektim. Hayaller işte. Bursa’ya geldiği için aklına ben gelmişim. Ondan bahsettiğim sıralar adım atmış Bursa’ya da… Kalp kalbe mi karşıdır nedir. 1 saate yakın konuştuk. O kadar uzun süre geçince, hayattaki değişikliklerden bahsettik haliyle. Laf lafı açtıkça eskilere de gidiyorduk. Biraz kulağını çınlattık eskilerin. Gülerek anıyorduk, güzeldi. Beni aradığı için teşekkür ettim ve son halime ait olan bir fotoğraf gönderdim.  Görüşme imkanımız da yoktu zaten. Ama sanırım güzel sohbetini özlemişim onun. Fil hafızam yine iş başındaydı, 2-3-5 yıl öncesine kadar her şeyi hatırlıyordum. İlk ne zaman, nasıl tanıştığımızı falan. Bana ilk attığı mesaj bile aklımdaymış…

Sonra oturdum Aycan’ın o en başta bahsettiğim bu uzun yazısını okumaya. Başlıklar benziyormuş, yeni fark ettim ama asla kopya çekmedim Aycaaan… 😐 Okurken satırlarını kendimi gördüm orada. 2,5 yıldır tanıyorum seni, tanışmışlık uzun ama hoş sohbetine teşrif geç oldu.

Yazı yazmak zaten kafamdaydı ama sen biraz el ayak oldun bana. Gerçekten hayatta bazen neler olduğunu ben de çözemiyorum. Hep derim, kader kısmet işte…

Ha bir de;

cok-yalnizim-be-hafiz