agac-daliBirazdan okuyacağınız satırları yazarken pek bi’ hüzün doluydum. Birisi üzülüyordu, ben ise ona kat be kat üzülüyordum. Ona güzel şeyler söylemem gerekliydi. Aslında gereklilik değil belki de, içimden öyle geliyordu. Söylemek istiyordum. Dokundum kalbime. Konuş! dedim. Aktı sözcükler parmaklarıma, oradan da göynüne onun…

Realist olma sebebim ise, şu gördüğünüz gayet parlak renkteki fotoğraf ile konunun içeriğinin uyuşması… Bir yandan da gerçekleri görmem. Her ne kadar ben bunları düşünüp söylesem de, onun ruhunu ve yüreğini okşasam da, bana iyi geceler mesajımdan sonra “Sana da” diyebiliyor sadece. Biliyorum bunu. O öyle…

Elimi tutarsan bırakırsan diye korkarım… Bi’ şeye başlarsam yarı yolda kalırım diye korkarım… Bu kadar dik duruşumun arkasında korkularım var…” dedi bana. Korkmak… Sevgide her yol mübah bana. Yolumu çizdim aşağıda…

 

Bir dal düşün. Ağaç kovuğundan uzamış, ileri doğru filizlenen. O oduna göre çok narin değil mi? İnce. Yaprakları var. Çiçek açıyor.

İşte, ben o ağaç kovuğuyum; sen ise dal. Ben eğer seni bırakırsam, seni benden almalarına izin verirsem; sen artık ne çiçek verirsin, ne yaprak çıkarırsın, ne de uzarsın… Sadece çocukların yerde bulup oynayacağı sopa olursun ya da mangala ateş.

Ben ise dalsız kalır, sadece kovuk olarak marangoza malzeme olurum. Ya ranza yapar benden, ya çekmece…

Ben niye yaşamayı bırakmak isteyeyim? Yaşamayı bırakmama neden göster, yaşamak kadar güzel şeylerin yolunu çiz bana. Eğer ikimiz için de yaşamdan güzel şey olacaksa o dalı bırakırım…

Ben şu dakika ölmektense 1 saat, 1 gün, 1 yıl daha tam ya da sakat yaşamaya razıyım…